Salı, Ocak 30, 2007


Karnım acıktı
Annemi yedim.
Şimdi çok yalnızım.

...................Budala

Sofra

Şu Varna deli etti beni,divâne etti.
Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası,
radyoda "Ha uşaklar!" Karadeniz havası,
rakı kadehte aslan sütü, anason,
uy anason kokusu!
Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim...
A be islâh be, islâh be hâlim...
Şu varna deli etti beni
divâne etti...

.......................................Nâzım Hikmet

Sofra Adabı

Keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;
Şu güveçte helmelenir fasulya.
Kuzu şu kadar ateşte çevrilir;
Tuzlama şu tabağa konur ille..
Yumurta şu sahana kırılır.
Çorba mı? Çorba şu kaşıkla içilir tabii,
Hoşaf bu kaşıkla..
İster uskumru olsun, ister kolyoz,
İster orkinoz, ister hanos;
Balık şu bıçakla kesilir..
Şarap siyahsa şu kadehe konur elbet,
Beyazsa bu kadehe

Yavan ekmeği nasıl yersen ye...

..................................Metin Eloğlu

Cumartesi, Ocak 27, 2007

Kurabiye Hırsızı


Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında,
Daha epeyce zaman vardı uçağın kalkmasına.
Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve
Bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer.
Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki,
Ama yine de yanında oturan adamın
olabildiğince cüretkar bir şekilde
Aralarında duran paketten birer birer kurabiye
Aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de.
Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken,
Gözü saatteydi, "kurabiye hırsızı" yavaş yavaş tüketirken kurabiyelerini.
Kulağı saatin tik taklarındaydı ama yine de
engelleyemiyordu tik taklar sinirlenmesini.
Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım,
morartırdım şu adamın gözlerini!"
Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini.
Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca
"Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine.
Adam yüzünde asabi bir gülümsemeyle
Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye.
Yarısını kurabiyenin atarken ağzına,verdi diğer yarıyı kadına.
Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve
"Aman Tanrım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam,
Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!"
Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında,
Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla.
Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına,
Dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na.
Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna,
Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına.
Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla.
Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye!
Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer;
Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!"
Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle,
Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı"kendisiydi işte.


................................................................ Valerie COX

Cuma, Ocak 26, 2007

Yutucu


Adı Abel Webber’di ve söylentiye göre annesinin ağzından doğmuştu bir kasım sabahı. Abel buna inandı, çünkü öyle söylemişti babası daha hala küçücük bir çocukken. Doktorun ektopik hamilelik, lekeli sular ve annesinin Abel'e de geçen tuhaf ağız yapısı hakkında anlayamadığı birşeylerden bahsettiğini anlatmıştı. Abel'in çenesi bir bocurgat gibi çıtlardı ve dudak namına hiçbirşeyi yoktu, sadece yüzünü delen ve en ufak gülüşünde azı dişlerini ay ışığına tutan bir yarık.
Bazen annesinin onu öyle ulu orta kusup bıraktığı düşüncesi Abel'i deli ederdi ve evin içinde dört dönüp birşeyler yutardı. El fenerleri, saatler ve çarşaflar…
Abel, Lubbocklu bir adamın dünya rekorunu kırmak için bütün bir El Dorado'yu parça parça yemeye çalıştığını duyduğunda neredeyse yirmi yaşındaydı. Ölen adam her ne kadar başarısız olduysa da, Abel bu işte para olduğunu gördü ve hemen girişti.
Kısa zamanda bu sektörün kalabalık olduğunu, ağzına büyük ve tehlikeli, kendisinin aklına bile getirmeyeceği, çıngıraklar, kaktüsler, ekmek kızartma makineleri ve bisiklet zincirleri gibi, şeyler sokabilen yüzlerce insan olduğunu keşfetti.
Abel, seyyar bir festivalle seyahat etmeyi seçti. Bir gün kimse görmeden boya içtikten sonra izleyenlerin karşına çıkıp onlara beyaz bir fanila sundu. Bu fanilayı avcunun içinde bir tomar yapıp ağzına attı, yuttu ve nazikçe geri çıkardı. Fanila, çıktığında, örümcek ağı vitraylardan bile daha dallı budaklı desenlerle kaplıydı. Birçok insan alkışladı ama festival müdürü kaygılarını belirtti: Performans uygunsuzdu ve o fanilayı kimse satın alıp giymezdi.
Kendine güveni sarsılmayan Abel performansını karnavallarda, rodeo ve bit pazarlarında tekrarladı. Hiçbir zaman birşey satmamasına rağmen, birçok kez gereken kağıt küreği olmadığı için tutuklandı. Bu tutuklamalardan birinde polis Abel'e, birisinin onu aradığı haberini verdi. Babası ölmüştü, öyle söylediler. Polis bir de ender rastlanır jest yaparak, Abel'e, eve dönmesi için bir otobüs bileti aldı.
Cenaze töreninde, babasının vücudu kutuya tam sığmamasına rağmen, tabut açıktı. Babasının çenesi göğsüne gömülüydü. Törenin ortasında bir ara kolu tabuttan taşıp sarktı ve hafifçe sallandı. Abel babasının kolundaki saate bakarak bir tür hipnozun etkisi altına girdi. Yerinden kalktı, tabuta yürüyüp çöktü ve hıçkırıklara boğuldu. Cemaat dua etmesi için onu babasıyla yanlız bıraktı. Babasının kolunu yutmaya çalışırken dirseğinde takılıp boğulduğunuysa en son ilahi okunana kadar farketmediler.
...................................................................Stephen Ausherman

Kahvaltı


Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

......................................................... Cemal Süreya