.......................Balzac:Gaëtan Picon; Ecrivain de toujours, Seuil.
Salı, Şubat 27, 2007
.......................Balzac:Gaëtan Picon; Ecrivain de toujours, Seuil.
Cuma, Şubat 23, 2007
Son yemek
Leonardo da Vinci-The Last Supper
"Luke22:14>15 Yemek saati gelince İsa, elçileriyle birlikte sofraya oturdu ve onlara şöyle dedi: «Ben acı çekmeden önce bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeyi çok arzulamıştım.
Luke 22:16 Size şunu söyleyeyim, Fısıh yemeğini, Tanrı'nın Egemenliğinde yetkinliğe erişeceği zamana dek, bir daha yemeyeceğim.»
Luke 22:17 Sonra kâseyi alarak şükretti ve, «Bunu alın, aranızda paylaşın» dedi.
Luke 22:18 «Size şunu söyleyeyim, Tanrı'nın Egemenliği gelene dek, asmanın ürününden bir daha içmeyeceğim.»
Luke 22:19 Sonra eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. «Bu sizin uğrunuza feda edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın» dedi.
Luke 22:20 Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: «Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır."
......................................................Kitab-ı Mukaddes
Perşembe, Şubat 22, 2007
David Emil Joseph de Noter/A Maid in the Kitchen
“Ben menüyü öğrenmek üzere mutfağa indiğim saatte, yemek hazırlıklarına başlanmış olurdu; devlerin aşçılık ettiği masal âlemlerindeki gibi birer çırağa dönüşmüş olan doğa güçlerine hükmeden Françoise, kömürü karıştırır, patatesleri buhardan geçirir, iri teknelerden, karavanalardan, kazanlardan, balık tencerelerinden av etinin piştiği çömleklere, pasta kalıplarına, küçük krema çanaklarına kadar çok çeşitli seramik kaplarda, her boydan tencerelerde önceden hazırlanmış olan mutfak sanatı şaheserlerini, ateşte tam kıvamında pişirerek tamamlardı. Bulaşıkçı kızın ayıkladığı, bir oyuna ait yeşil bilyeler gibi masanın üzerine dizilmiş bezelyeleri durup seyrederdim; fakat asıl hayranlık duyduğum, başaklarındaki incecik eflatun ve gök mavisi çizgiler, aşağıya-hâlâ fidanın toprağının durduğu- diplere indikçe, sanki bu dünyaya ait olmayan menevişlenmelerle ton ton açılan, koyu mavi ve pembeye bulanmış kuşkonmazlardı.”
....................................Marcel Proust/Kayıp Zamanın İzinde
Salı, Şubat 20, 2007
Pazartesi, Şubat 19, 2007
Cumartesi, Şubat 17, 2007
"... Konumlandığım yerde içim içimi yiyordu. Bu muharebeye tüm varlığımla hazır mıydım? Tecrübe, teçhizat ve tedrisat açısından yeterince donanımlı mıydım? Her ne olursa olsun, iman gücümün yeterli olacağını düşünerek teskin ettim kendimi. Tam artık bekleyecek halimin kalmadığından endişelenmeye başlıyordum ki, ilk tepsi mutfaktan çıktı. Tepsinin içindeki iki yayvan tabağı anında önüme çektim. Kule misali bir yığın kızarmış patatesle doluydu birinci tabak. Patatesler şüphe arz ediyordu. Bu patateslerin, dondurucudan çıkıp fritöze atılan hazır patates dilimleriyle hiç bir yakınlık taşımadığı kesindi. Olağan dışı derecede canlı, tehlikeli, içlerindeki gizli yumuşaklığı fütursuzca kızarmış altın sarısı kabuklarıyla gizleyen ve sırf kokularıyla bile insanı kendinden geçirebilen karakterde, nerdeyse her biri ayrı birer kimlik taşıyan patateslerdi bunlar. Sağ elimin zapt ettiğim yerden fırlayıp içlerinden birinin üstüne çullanmasına ramak kalmıştı ki, dikkatim ikinci tabaktaki dumanı tüten sosu üstüne yeni dökülmüş acı soslu burgu makarna tarafından esir alındı. Sersemledim. O domateslerin o kekikle, kırmızı biberle, sarımsakla nasıl bir muameleden geçerek öylesine afallatıcı bir birlik oluşturduğunu anlayabilmeme imkân yoktu ve zaten onlar tabaktaki burgularla birleştikleri anda görev tamamlanmış, yapılabilecek hiçbir şey de kalmamıştı. Tepsinin önümden geçmesine izin verirken, içim kan ağlıyordu. İkinci tepsi, beni bu sarsıntıyı atlatma gayretimin tam ortasında yakaladı. Birinci tabaktaki yeşilliklerin üstünde yatan kızarmış tavuk filetolarını gördükten sonra gözlerimi ovuşturmak zorunda kalarak tekrar baktım. Renklerin yoğunluğu ve kokunun derinliği gözlerimi yaşartmıştı çünkü. Tekrar baktığım zaman anladım ki, o tavuk filetoları hayatları boyunca tam da bu şekilde susamlara bulanarak bu mükemmellikte ve bu kıtırlıkta kızartılmak istemişlerdi, hatta büyük ihtimalle bunun için dünyaya gelmişlerdi. "
........................................Fidan Terzioğlu/Hazdan Kaçan Kadınlar
Cuma, Şubat 16, 2007
Hân-ı Yağma (Yağma Sofrası)
Bu sofracık efendiler -ki yutulmaya hazır
Huzurunuzda titreyen -şu milletin hayatıdır.
Şu milletin ki can çekişir, şu milletin ki acılıdır
Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır.
Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür
Bu, hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir.
Yiyin efendiler yiyin; bu içaçıcı sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Hepsi bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say;
Soy sop, şeref ve şan, oyun, düğün, konak, saray.
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar,
İhtişamın gururu var, intikamın sevinci var.
Bu sofra iltifatınızdan işte mutluluk umar
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin; bu can katan sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa: malını,
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini,
Olanca rahatını, gönlünün tüm sevincini,
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helâlini...
Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mi'deler kavi, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin; bu haykıran sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
.............Tevfik Fikret - Haziran 1912
Perşembe, Şubat 15, 2007
AKŞAM SOFRASI
Yorgunlara minderle hasır.
Ne güzel, ne bulunmaz gündü
Güneş dağın ardına indi.
Çavdar somunu bulgur ve bıçak
Esmerleşen akşamla sıcak.
Duyulan tek kuş sesi şimdi
Ovamın sessizliği belki.
Bölüştük ekmeği egemen
Babaca, yanaşma ve çoban.
Doğa baştan başa dingindi.
..........................Oktay rifat
Salı, Şubat 13, 2007
İnsan nerede doğmuş olursa olsun, yemek yemesi gerekir; bu, hem vahşi insanın hem de uygar insanın en büyük uğraşıdır. Ancak vahşi, gerektiği için yer. Uygar ise oburluktan. Biz bu kitabı uygar insan için yazıyoruz; vahşinin iştahını açmaya gereksinimi yoktur. Üç tür iştah vardır:
1. Aç olunduğunda duyulan bir his: Bu durumda yemek seçmeyle vakit geçirilmez; gerektiğinde bir parça etle, kızarmış bir sülün ya da çalıhorozuyla açlık dindirilir.
2. İnsan acıkmadığı halde masaya oturup nefis bir yemeğin tadına baktıktan sonra hissettiği şey; bu durum 'insanın yedikçe yiyesi geliyor' deyişine tam uyar.
3. Üçüncü iştah, yemekte masaya gelen leziz yemekten sonra yemeğin sonunda, konuklar doyup da arkalarına bakmadan masayı terk edecekleri sırada gelen ve onları son bir keyif uğruna yerlerine çivileyen nefis bir yemeğin açtığı iştahtır.
Tarih ayrıcalığın, haytalığın, pisboğazlığın keyfini sürmek için kimi erkeği ve kadını seçmiştir. Yaklaşık iki bin üç yüz yıl önce, kadın oyuncu Anglais öğün arası yemeğinde on livre (1 livre = 460 gram) et, her biri bir livrelik on iki ekmek yer ve bunları altı şarapla lüplerdi. Alis adlı bir başka Yunanlı kadın da erkekleri yeme yarışına davet ederdi; zamanın en büyük yiyicilerine bir kez bile yenilmemiştir. Theodorit tavuktan başka bir şeyin olmadığı Suriye'de bir kadının günde otuz tavuk ve yirmi ekmek yediğini, buna karşın doymadığını anlatır. Oyuncu Thangon İmparator Aurelianus'un karşısında bir yaban domuzu, bir koyun, bir genç domuz ve bir süt domuzu yemiştir; yüz ekmekten fazla yemiş, bizim şişelerimizle yüz şişe doldurulabilecek bir fıçı şarabı içmiştir. İmparator Claudius Albinus bir gün öğle yemeğinde beş yüz incir, yüz şeftali, on kavun, yüz incirkuşu, dört düzine midye ve on livre üzüm yemiştir. İmparator Maksim her gün kırk livre et yer, seksen pincta (yirmi galon) şarap içerdi. Gerçi boyu sekiz ayaktı, eni de epeyce fazlaydı: Karısının bileziklerini yüzük diye, kemerini de bilezik diye takardı.
Alexandre Dumas- Büyük Mutfak Sözlüğü'nden
Cumartesi, Şubat 10, 2007
On Soup/çorba üzerine
Cuma, Şubat 09, 2007
ateşin başına çömelmiş, kalan son kahvelerini yapıyordu çocuk. kupalardan birini doldururken kıza baktı. kız da bakışını ona iade etti tam bir meydan okumayla. çocuk kahvesine şeker attı. aralarındaki gerilim bir anda tavan yaptı. sonra- sonra çocuk süt tozu kattı kahvesine. herşey bitiverdi elbette."
June Guenette
Perşembe, Şubat 08, 2007
Çarşamba, Şubat 07, 2007
Salı, Şubat 06, 2007
Pazartesi, Şubat 05, 2007
Kahve
Cumartesi, Şubat 03, 2007
Haiku Ambulance
fell
off the wooden salad bowl:
so what?
................Richard Brautigan