"Simon içeri girdi; gülüyordu. - Büyükbabayla tanıştın demek. Pek hoştur kendisi, çocukların eğlencesidir. Boğazına çok düşkündür. Her yemekte çatlayacak derecede yer. Kendi haline bıraksan, ne kadar çok yiyeceğini tahmin edemezsin. Neyse, birazdan göreceksin zaten. Tatlılara sanki onlar birer genç kızmış gibi bakar. Şimdiye kadar bundan daha gülünç bir şeye rastlamamışsındır, birazdan göreceksin.
...
O sırada bir çan çaldı. Akşam yemek vaktini haber vermek içindi bu. Aşağı indim.
...
Simon, ellerini ağzının iki yanında kavuşturarak, "Bu akşam yemekte sütlaç var" diye bağırdı ihtiyara doğru. Yaşlı adamın kırışık yüzü aydınlandı; söyleneni anladığını ve memnun olduğunu belli etmek için tepeden tırnağa iyice sarsıldı. Nihayet yemeğe başladık. Simon, bana dönerek, "Bak!" diye fısıldadı. Büyükbaba çorbayı sevmemişti; yemek istemiyordu ama sağlığı için gerekli olduğunu öne sürerek ona zorla yedirmeye uğraşıyorlardı. Uşak, çorbayla doldurduğu kaşığı zorla adamın ağzına sokuyor, yaşlı adam ise, canla başla karşı koyuyor ve ağına akıtılan çorbayı içmemek için masaya ve yanındakilerin üzerine püskürtüyordu. Çocuklar gülmekten kırılırken, babaları da "İhtiyar ne kadar komik, değil mi?" diye söyleniyordu. Bütün yemek boyunca yalnızca ihtiyarla meşgul oldular. Büyükbaba, masaya konan yemekleri bakışlarıyla yiyor, çılgınca salladığı elleriyle tabakları tutup kendisine çekmeye çalışıyordu. Yemekleri hemen hemen ihtiyarın ulaşabileceği uzaklığa koyuyorlar ve burnuna gelen yemek kokularının kışkırttığı ihtiyarın tabaklara doğru yaptığı titrek hamlelerini ve çılgınca hareketlerini seyrediyorlardı. İhtiyar, anlaşılmaz biçimde homurdanıyor ve salyası boynundaki peçeteye akıyordu. Bütün aile de, bu tuhaf ve tiksinti verici işkenceden zevk duyuyordu. Daha sonra, büyükbabanın tabağına biraz yemek kondu. Yaşlı adam, tabağına bir parça daha konması için önündekini büyük bir oburlukla silip süpürdü. Sütlaç getirildiği zaman ihtiyar çırpınmaya başladı. Sızıldanıp duruyordu. Gontran, büyükbabaya döndü ve "Bugün çok yediniz, size tatlı yok" diyerek, ona sütlaç verilmeyecekmiş gibi davrandılar. Yaşlı adam, bunun üzerine ağlamaya başladı; her tarafı titriyerek ağlarken, çocuklar katıla katıla gülüyorlardı. Nihayet, büyükbabanın payını da tabağına koydular. Adamcağız ilk lokmasını yutarken boğazından garip bir ses çıkardı ve çok büyük bir lokmayı yutan ördeklerinkini andıran bir boyun hareketi yaptı. Tabağındaki bitirince, biraz daha tatlı vermeleri için tepinmeye başladı. Büyükbabanın çektiği gülünç ve yürek parçalayıcı işkence karşısında dayanadım ve "Hadi, biraz daha tatlı verin ona" dedim. Simon, "Yoo, dostum, diyerek söze karıştı, bu yaşta fazla yerse, rahatsız olabilir". Sözümü geri aldım ve sustum. "Neredesin mantık, ahlâk ve sağduyu" diye geçirdim içimden. Sağlığını öne sürerek ihtiyarı o yaşta tadabileceği tek zevkten yoksun bırakıyorlardı. Ölgün ve titrek ihtiyar ne yapacaktı ki bundan sonra sağlığı? Sayılı günlerine karışıyorlardı onun. Kaç günü kalmıştı ki şunun şurasında? On, yirmi, elli ya da yüz günü mü? Neden böyle yapıyorlardı? Sağlığını korumak için mi, yoksa onun boğazına düşkünlüğünün ortaya çıkardığı sahneleri bütün ailenin biraz daha seyretmesini sağlamak için mi? Yaşlı adamın artık hayatta yapacağı başka hiçbir şey kalmamıştı ki. Onun için tek bir istek, tek bir sevinç kaynağı kalmıştı. Neden bu sevinç ona bütünüyle yaşatılmıyordu? Yemeğin ardından uzun bir süre kâğıt oynadıktan sonra yatmak için odama çıktım. Üzüntülü, çok üzüntülüydüm! Pencerenin önüne oturdum. Yakındaki bir ağaçtan gelen yumuşak, tatlı ve güzel kuş cıvıltılarından başka hiçbir şey duyulmuyordu dışarıda. Bu kuş, kuluçkaya yatmış dişisi için böyle yumuşak sesle gece boyu ötecekti. Bense, şu sırada çirkin karısının yanında horul horul uyuyan zavallı dostumun beş çocuğunu düşündüm... "
Guy de Maupassant -Bir Aile(3 Ağustos 1886)
Simon, ellerini ağzının iki yanında kavuşturarak, "Bu akşam yemekte sütlaç var" diye bağırdı ihtiyara doğru. Yaşlı adamın kırışık yüzü aydınlandı; söyleneni anladığını ve memnun olduğunu belli etmek için tepeden tırnağa iyice sarsıldı. Nihayet yemeğe başladık. Simon, bana dönerek, "Bak!" diye fısıldadı. Büyükbaba çorbayı sevmemişti; yemek istemiyordu ama sağlığı için gerekli olduğunu öne sürerek ona zorla yedirmeye uğraşıyorlardı. Uşak, çorbayla doldurduğu kaşığı zorla adamın ağzına sokuyor, yaşlı adam ise, canla başla karşı koyuyor ve ağına akıtılan çorbayı içmemek için masaya ve yanındakilerin üzerine püskürtüyordu. Çocuklar gülmekten kırılırken, babaları da "İhtiyar ne kadar komik, değil mi?" diye söyleniyordu. Bütün yemek boyunca yalnızca ihtiyarla meşgul oldular. Büyükbaba, masaya konan yemekleri bakışlarıyla yiyor, çılgınca salladığı elleriyle tabakları tutup kendisine çekmeye çalışıyordu. Yemekleri hemen hemen ihtiyarın ulaşabileceği uzaklığa koyuyorlar ve burnuna gelen yemek kokularının kışkırttığı ihtiyarın tabaklara doğru yaptığı titrek hamlelerini ve çılgınca hareketlerini seyrediyorlardı. İhtiyar, anlaşılmaz biçimde homurdanıyor ve salyası boynundaki peçeteye akıyordu. Bütün aile de, bu tuhaf ve tiksinti verici işkenceden zevk duyuyordu. Daha sonra, büyükbabanın tabağına biraz yemek kondu. Yaşlı adam, tabağına bir parça daha konması için önündekini büyük bir oburlukla silip süpürdü. Sütlaç getirildiği zaman ihtiyar çırpınmaya başladı. Sızıldanıp duruyordu. Gontran, büyükbabaya döndü ve "Bugün çok yediniz, size tatlı yok" diyerek, ona sütlaç verilmeyecekmiş gibi davrandılar. Yaşlı adam, bunun üzerine ağlamaya başladı; her tarafı titriyerek ağlarken, çocuklar katıla katıla gülüyorlardı. Nihayet, büyükbabanın payını da tabağına koydular. Adamcağız ilk lokmasını yutarken boğazından garip bir ses çıkardı ve çok büyük bir lokmayı yutan ördeklerinkini andıran bir boyun hareketi yaptı. Tabağındaki bitirince, biraz daha tatlı vermeleri için tepinmeye başladı. Büyükbabanın çektiği gülünç ve yürek parçalayıcı işkence karşısında dayanadım ve "Hadi, biraz daha tatlı verin ona" dedim. Simon, "Yoo, dostum, diyerek söze karıştı, bu yaşta fazla yerse, rahatsız olabilir". Sözümü geri aldım ve sustum. "Neredesin mantık, ahlâk ve sağduyu" diye geçirdim içimden. Sağlığını öne sürerek ihtiyarı o yaşta tadabileceği tek zevkten yoksun bırakıyorlardı. Ölgün ve titrek ihtiyar ne yapacaktı ki bundan sonra sağlığı? Sayılı günlerine karışıyorlardı onun. Kaç günü kalmıştı ki şunun şurasında? On, yirmi, elli ya da yüz günü mü? Neden böyle yapıyorlardı? Sağlığını korumak için mi, yoksa onun boğazına düşkünlüğünün ortaya çıkardığı sahneleri bütün ailenin biraz daha seyretmesini sağlamak için mi? Yaşlı adamın artık hayatta yapacağı başka hiçbir şey kalmamıştı ki. Onun için tek bir istek, tek bir sevinç kaynağı kalmıştı. Neden bu sevinç ona bütünüyle yaşatılmıyordu? Yemeğin ardından uzun bir süre kâğıt oynadıktan sonra yatmak için odama çıktım. Üzüntülü, çok üzüntülüydüm! Pencerenin önüne oturdum. Yakındaki bir ağaçtan gelen yumuşak, tatlı ve güzel kuş cıvıltılarından başka hiçbir şey duyulmuyordu dışarıda. Bu kuş, kuluçkaya yatmış dişisi için böyle yumuşak sesle gece boyu ötecekti. Bense, şu sırada çirkin karısının yanında horul horul uyuyan zavallı dostumun beş çocuğunu düşündüm... "
Guy de Maupassant -Bir Aile(3 Ağustos 1886)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder