
Üstü çiçeksiz
"Şüphe yok ki Ermeni şivesiyle patlıcan tavası, fakat İstanbullu Türk ağzıyla patlıcan kızartması dediğimiz lezzetli yemek, yine edebi tabirle 'sehli mümteni'dir (kolay ve sade göründüğü halde yapılması güç). Lakin sıcak sıcak, diri diri yenilirse... Öyle lokantalarda adet olduğu üzere, saatlerce evvel tavadan alınmış, tabakta ve camekanda pörsümüş, ölmüş olanının ne tadına, ne yoğurt sürülmüş buruşuk, gevşemiş kocakarı yüzüne bakarım. Tavadan çıkar çıkmaz, kızgın yağ henüz cildinin üzerinde habbelenir ve fışırdarken yenilirse, zaten yoğurda ihtiyacı yoktur. Kendine has, yarı mantar, yarı dana külbastısı o güzel kokusunu ve lezzetini yoğurtla bozmak, sarımsakla kapatmak reva mıdır? Külde pişmiş patlıcanı şu tarzda yerim: Ateşten, olduğu gibi kabuğiyle önüme getirirler; bıçakla ortasından boylu boyuna yarar, sırtı alta gelmek şartiyle tabağa bütün heybetiyle sererim; üzerine tuz, karabiber ve zeytinyağı... İşte güzel, ılık, çeşnili, iştah verici dumanı, buğuyu o zaman görünüz!"
"Beyoğlu'ndaki Balıkpazarı'nın birkaç yerinde cilalı mermer tezgahlar ve yalaklar üzerine dizilmiş barbunyalara bakarken, memnuniyetlerini gözlerinden okurum: Oh derim, bunlar nasılsa layık oldukları mevkii alabilmişler.. Balıkları çürümüş sepetlerle çinko yalaklara koymaklığımız ve paslı çengellere asmaklığımız doğru değildir. Taze bir kalkan balığı, bence, o misilsiz eti şerefine antika masa saatleri gibi cam kavanozlara konmağa, yahut Holivut yıldızıymış gibi yatağına krep jorjetten bir cibinlik takılmaya layıktır.. Taze balık kokusu.. Bu, o kadar güzel, iştah açıcı, kuvvet kamçılayıcı, enerji hayat arzusu verici bir orijinal rayihadır ki, henüz bir parföm şişesinde niçin yer almamıştır, şaşarım.."
"Ufacık iken başımdan bir yassı kadayıf meselesi geçmişti. Birgün sofrada yassı kadayıfı tabağıma koyarlarken, 'ben onu sevmem, yemem' demiş bulundum.. 'Peki olur a!' dediler amma iki dakika sonra yüreğime bir pişmanlıktır çöktü; gözümü tabaktan alamıyordum, bol cevizi, koyu tatlısı, ibrişim gibi hoş püskülleriyle yassı kadayıf gittikçe gözümde letafet kesbediyordu.. Fakat 'Vazgeçtim, yiyeceğim!' demeye izzeti nefsim bir türlü müsaade vermiyordu. Yutkuna yutkuna kalktım, içim hüzün dolu odadan çıktım.."
"Çilek bence meyvelerin menekşesidir. Menekşe kadar mahviyetkar (alçakgönüllü), menekşe gibi rayihalı, menekşe kadar aceleci ve naziktir. Baharla beraber çıkar, az sürer, itina ister, insanların sevgililerine verecekleri en mutena çiçek muhakkak ki menekşedir, bir demet menekşe.. Fakat bir sepet çilek de verebilir. Çilekle menekşede saf, derin aşkların rayiha ve hatırası saklıdır. Çok zengin bir adam olsaydım yazı masamın üzerinde daima bir demet menekşe ve yemek masamın üzerinde de bir tabak çilek bulundururdum ve isterdim ki sevgilimin vücudu menekşe ve ağzı çilek koksun."
Gelmiş geçmiş en ünlü çapkın olarak bilinen Casanova tüm yaşamı boyunca ülke ülke dolaşıp, değişik maceralara atılır. Siyaset ve edebiyat çevresinin önde gelenlerinin sofrasında ve yatak odasında o vardır. Kadınları ayartıp kalbini çalan en ünlü kadın avcısı Casanova için aslında aşk ve yemek bir bütündür. Âşık olduğu kadınları etkilemek için istiridye, kum midyesi mantar, av eti, ternöv usulü pişirilmiş mersinbalığı, sıcak çikolata kokulu peynirler, şarap ve şampanya gibi afrodizyak etkisi yüksek yiyecekler kullanır. Tutkuları hayatına yön verir Casanova’nın. Sevdiği kadının saçının bir buklesini alıp toz haline getirerek kurabiye hamuruna katar ve bundan büyük bir haz duyar. Böylece "tapındığı" kadının bedeninin bir parçası kendi bedenine geçmiştir.
"Kadın cinsi tıpkı beslenmek için gerekli yemekler kadar faydalıdır erkeğe. Erkek, aslında tek bir yemekle doyabilecekken, çeşitli şekillerde hazırlanmış yüzlerce yemek ister. Aslında bu çeşitlerin verdiği doygunluk aynıdır ama erkek bunu ancak yedikten sonra hisseder. Yiyip bitirdiği çeşitli yahnilerin her birinden ayrı bir keyif alır. Aynısı aşk hazzı için de geçerlidir. Her kadın diğerinden farklı bir yahnidir. Sonuç aynıdır, ama erkek bunu iş bittikten sonra anlar. Bunun adına kararsızlık denir. Olabilir, ama bu kararsızlık yemek düşkünlüğüne benzer. İnsan hem yemek, hem aşk konusunda yanılabilir, ama aldığı haz konusunda yanılmaz. Çünkü bu haz her seferinde gerçekten farklıdır."
Tahsin Yücel’in 1960 yılında ilk basımı yapılan ilk romanı ‘Mutfak Çıkmazı’ kontrolünü kaybeden ve saplantıya dönüşen bir tutkuyu anlatıyor.


"Mutfakta 8 aşçıydık. Atatürk'ü çok göremezdik. Arada bir mutfağa iner 'Nasılsınız' diye hal hatır sorardı. Dolmabahçe'de olsun, Çankaya'da olsun asla
"Luc Clairmont: [at confession] Each time I tell myself it's the last time, but then I get a whiff of her hot chocolate, or...










........................................Fidan Terzioğlu/Hazdan Kaçan Kadınlar

Bu sofracık efendiler -ki yutulmaya hazır
Huzurunuzda titreyen -şu milletin hayatıdır.
Şu milletin ki can çekişir, şu milletin ki acılıdır
Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır.
Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür
Bu, hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir.
Yiyin efendiler yiyin; bu içaçıcı sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Hepsi bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say;
Soy sop, şeref ve şan, oyun, düğün, konak, saray.
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar,
İhtişamın gururu var, intikamın sevinci var.
Bu sofra iltifatınızdan işte mutluluk umar
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin; bu can katan sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa: malını,
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini,
Olanca rahatını, gönlünün tüm sevincini,
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helâlini...
Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mi'deler kavi, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin; bu haykıran sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
.............Tevfik Fikret - Haziran 1912
